2008 yılında Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümünde lisans eğitimini tamamladı. 2011 yılında Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Heykel Anasanat Dalında “Sanat ve Şeyleş(tiril)me Süreçleri” başlıklı tez çalışması ile Yüksek Lisans Programını ve 2020 yılında Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü Heykel Anasanat Dalı’nda “Sanatta Oyunsallık ve Kurgu” başlıklı tez çalışmasıyla Sanatta Yeterlik programını tamamladı. 2013-2021 yılları arasında Mardin Artuklu Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümünde öğretim elemanı olarak görev aldı. 2021 yılından itibaren aynı kurumda, Midyat Sanat ve Tasarım Fakültesi Kuyumculuk ve Mücevher Tasarımı Bölümü’nde öğretim üyesi olarak göreve başladı. Ulusal ve uluslararası birçok kişisel ve karma sanat etkinliğinde yer aldı.
Aydın İldoğan
Aydın Usta, palancılığı Mardin’in Ermeni ustalarından Sait Uğurgel’den el alan babasının çıraklığını yaparak öğrendi. Aydın Usta, yedi yaşından beri yaptığı baba mesleği olan palancılığı günümüzde de devam ettirmektedir.
Palan, özellikle bozkır kültürünün hâkim olduğu coğrafyalarda ehlileştirilen at, eşek, katır gibi binek hayvanlarında, birden fazla yolcu veya ağır yükleri taşımayı kolaylaştırmak için kullanılan bir araçtır. Mezopotamya’nın İpek Yolu güzergahında yer alan Mardin’de, bölgenin fiziki koşulları gereği binek hayvanlarına ihtiyaç duyulmuştur. Bu ihtiyaç doğrultusunda binek hayvanları ile ilgili el emeğine dayanan Palancılık zanaatı gelişmiş ve bu işi yapan ustaya da Palanger adı verilmiştir. Palan, ebat olarak genellikle hayvanın ölçüsüne göre büyük, orta, ufak olmak üzere üç temel ölçüde tasarlanmakta ve bu ölçüler dahilinde hayvanın anatomik yapısına göre çeşitlendirilmektedir. Bu tasarımlarda hayvanın omurgasını korumak ve taşıyacağı yükü dengelemek için doğal ağaç (kamış) kullanılırken, diğer malzemeler balmumu, kazıl ipi, telis-çuval, keçe, pamuk ve pamuklu bez, halı, kınnap kilim, ip olarak sıralanabilir. Ortalama bir palan 12-15 kg ağırlığında olup, sırt boyu 120, etek boyu ise 130-140 santim civarındadır. Mardin’de bu işi yapan iki usta kalmıştır.
İnsanın tarih boyunca yaratıcı dehasıyla ve düş gücüyle geliştirdiği her türden teknik ve teknolojik buluş, kendisine şaşaalı bir uygarlık(!) inşa etmesini olanaklı kılmıştır. Bu yaratıcı dehayı besleyen düş dünyası, bilişsel alan ve kendi bilincine dair farkındalığı(!), denilebilir ki, onun diğer canlıların dünyasından, düşlerinden ve rüyalarından kopmasına mal olmuştur. Bu kopuş ise bir tür ayrıcalık fikri üzerinden açıklanmıştır.
“Dubara”, bozkır kültüründe, tarım toplumundan bu yana toplumsal yapının gelişiminde sürecin önemli bir parçası olan evcilleştirilmiş hayvanların, varlığını(n) sürdür(ül)me biçimi ve insanın bu hayvanlarla ilişkilenme biçiminin karşılıklı bir yaşam ittifakından öte hileli bir oyuna karşılık geldiği fikri ile kurgulanmış bir projedir. Bu projede özellikle palanın işlevsel ve kültürel bir nesne olması veya palancılığın ise birçok farklı açıdan önemli bir zanaat örneği olmasının ötesinde bu sürecin insanlar ve hayvanlar arasında ortaya çıkardığı ilişkiselliğe dikkat çekilmektedir. “Dubara” bu ilişkiselliğe dair iki tarafın farklı konumlanışını aynı rüyada düş-kâbus denkleminde hileli bir oyun başlığında sorgulamaktadır. Koreografik bir düzenleme ile kurgulanmış bu projede düş veya rüyaya ait bir alan olarak kurgulanan bir mekânsallıkta gerçekleşen bu karşılaşmada, katılımcılar birbirine zıt iki farklı ideali tek bir imgede deneyimleyebileceklerdir.